Bütün mesele yazarların ayakta değil de yatarak poz vermesi midir? Ya da kafayı çekip arıza çıkartması mı? Çok satmak tek kriter, az satmak da erdem mi? Ve dahası… Son günlerin Oğuz Atay tartışmasından hareketle edebiyatçılarımızla ‘edebiyatın hali ne olacak?’ tartışmasını başlatıyoruz.

SERPİL GÜLGUN

BATI edebiyatında Napolyon Rusya’da yenilmeseydi veya Hitler dünyaya hakim olsaydı, tarih nasıl akardı sorusunu soran pek çok roman vardır. Bu anlamda, ‘70’li yıllara Oğuz Atay* damgasını vursaydı, kuşaklar onu okuyarak büyüseydi, Türk edebiyatı ya da ülkenin çehresi nasıl olurdu’yu işleyen bir roman son derece ilginç olurdu. Tabii epey tartışmalı da. Belki de şu an okuduğumuz hiçbir yazarı tanımayacaktık, o zaman. Belki tanıyacak ama onlar çok başka eserlerle karşımıza çıkacaklardı. Belki de, o çoook arzulanan Nobel armağanına kavuşulmuş bile olunacaktı! Kuşkusuz, bir yerde, afaki şeyler bunlar. Ama şurası kesin: Bundan 27 yıl önce, herkesin o yıllarda burun kıvırdığı Kafka’yı, termodinamiğin entropi yasasıyla değerlendirecek denli farklı bakışa sahip bir adam yaşadı. Ve o adam günlüğüne, ”Romanımız düzmecedir,” diye yazdı. Bunu da şöyle açıkladı: ”Diyalektik gibi gerçekten büyük kavramların gerisine sığınan cüceler ordusu oluşundandır. Halka büyük doğrular adına yalan söylemekten kurtulamamaktır sorunlardan biri. Kültürsüzlüktür. Ve en önemlisi ne kendini ne gerçeği sezememektir. Sezgisizliktir. Duyarsızlıktır. Kültür kopukluğudur. Kendinden yirmi yıl önce yaşamış bir romancıdan yirmi yıl ilerde olduğunu düşünme yanılgısıdır. Kötü romanları, büyük sözlerle yutturacağını sanma yanılgısıdır. Bir iki toplumsal gerçeği bir yerden duyan insanın başka şeyleri duymamasından ileri gelen bir cahillik coşkunluğudur. Bir edebiyat çetesine yaslanmanın verdiği rahatlıkla yıllar boyunca bir arpa boyu ilerleyememenin zavallığıdır. Derinlikten, derinliğine ilerlemekten korkmanın böcekçe korkusudur . Havuz edebiyatıdır”.

Ve şimdi birileri ona özür borçlular. Hem de, ciddi özür. Denebilir ki, özür her şeyi halleder mi, Oğuz Atay adının unutturulması gibi bir hatayı düzeltir mi? Veya bugünkü ve gelecekteki başka yanlışları engeller mi? Elbette, hayır. Ama, en azından tarihe not düşülmüş olur, o kadar! İşte, bu yüzden Ahmet Oktay ile Sefa Kaplan’ın Oğuz Atay’da odaklanan tartışmasını vesile kabul ediyor ve gelecek aylarda da sürdüreceğimiz ”Edebiyatçılarımız edebiyatı tartışıyor” dizimize Atay’dan başlıyoruz.

(* Benzeri bir soruyu Ahmet Hamdi Tanpınar, Nahid Sırrı gibi unutturulan pek çok yazar için yöneltebiliriz.)

SEFA KAPLAN
”Bakmayın şimdi sahiplenmelerine…”

Şair ve yazar Sefa Kaplan Ahmet Oktay’ı alabildiğine eleştiriyor ve Oktay’ın bugünlerde Oğuz Atay’ı kendi savına alet ettiğini söylüyor.

Neden Oğuz Atay gibi bazı yazarları geç keşfettik. Klikler yüzünden mi?

Türk edebiyatında klikler yoktur; tek kale top oynayan, kendi arasında paslaşan tek bir klik vardır. Ölüm gibi doğal seleksiyon yöntemiyle aktörler değişse de zihniyet değişmez: Tek Parti döneminin faşizan alışkanlıkları iliklerine işlemiştir çünkü. Başınızı nereye çevirseniz görürsünüz kendilerini. Romanın, hikayenin, şiirin kendilerinden sorulmasına o kadar alışmışlardır ki yıllar içinde, bugün aykırı bir ses çıktığında ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Şimdi Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Cemil Meriç’e, Oğuz Atay’a toz kondurmadıklarına bakmayın siz. Kendilerine dünyayı nasıl dar ettiklerini gayet iyi biliyoruz. Oğuz Atay’ın ”Günlük”ünde adı geçen isimler bugün nasıl bu kadar rahat dolaşabiliyorlar ortalıkta, anlamak güç. Hem ciddi anlamda bir eleştiri kurumu ne zaman oldu ki?

 Hiç olmadı mı?

Tanpınar’ın dediği gibi, ”Türk edebiyatına tenkit münekkitsiz gelmiştir.” Cumhuriyet dönemine bakın, kim geliyor aklınıza eleştirmen denince? Gelen isimlerin yazdığı sözümona eleştirilerin ne kadarı ideolojilerinden bağımsızdır, nesneldir? Hangi yazar veya şair, hangi eleştirmenin kılavuzluğunda çeki düzen vermiştir ki kendisine? Yoksa, bizde eleştiri de bir icazet mercii olarak mı kullanıldı bugüne dek? Nurullah Ataç veya Fethi Naci mi dağıtıyordu yazar lık payelerini? Eleştirmen elini-eteğini çekmedi, eleştirmenin zaten olmayan fonksiyonunun tamamen tükendiği çıktı ortaya.

 Şu an edebiyatımız hasta mı peki? 

Mevcut durumdan ‘hasta edebiyat’ diye şikayet edenlerin kim olduğuna bakmak gerekiyor. Teşhisi koyanların önemli bir bölümü, edebiyat iktidarını kullanma biçimleriyle bu ortamın mimarları arasında yer alıyor zaten. İdeolojik körlüklerini ‘estetik kuram’ diye dayatan, kendi gibi düşünmeyenleri edebiyatçı saymayan, kerameti kendinden menkul egemenlik alanlarında payeler dağıtan bu insanlar, şimdi iktidarlarını kaybettikleri için feryat ediyorlar. Çünkü kendilerinden onay alma ihtiyacı hissetmeyen yazarlar bir pıtrak gibi sardı ortalığı. İyi yazıyorlar, kötü yazıyorlar o ayrı mesele. Asıl önemli olan, Ahmet Oktay gibi birilerinin çıkıp da, ”Türk romanına ne oldu?” sorusunu soracak cesareti bulabilmesi kendisinde. Üstelik bu soruya, sözgelişi Oğuz Atay’ı alet etmesi.

 Samimi bulmuyorsunuz yani.

Neymiş, Oğuz Atay gibi roman yazan yokmuş artık. Doğru olabilir doğru olmasına da sormazlar mı adama, ”Peki ama beyefendi, Oğuz Atay sağlığında ‘neredesin ey okurum’ diye çırpınırken, kendisi hakkında yazılmış kaç yazınız var ki, Oğuz Atay ile yandaş gibi gösterebiliyorsunuz kendinizi?” Onun derdi o değil ama, onun derdi kendi egemenlik alanının avuçlarından kayıp gitmesi. Orhan Pamuk veya Ahmet Altan, icazet almak için Ahmet Oktay’a başvursalar, ”Siz büyük eleştirmensiniz, kulunuzun kitapları hakkında ne düşünüyorsunuz?” deseler mesela, inanıyorum ki, Ahmet Oktay’ın aklına asla romanımıza ne olduğu sorusu gelmeyecekti. Ahmet Oktay, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Oğuz Atay’ı ne zaman okuyup önemsemeye başladığını açıklasın da görelim bakalım. Ahmet Oktay, bu ülkede etikten en son söz etmesi gereken insanlardan birisidir bence. Bunu kişilik anlamında demiyorum, edebi tutum anlamında diyorum. İşte Nihal Atsız meselesi. Üstadımız ideolojisini kullanıyor çünkü, Marx’tan özür dileyerek söylemek gerekirse, Marksist eleştiri yapıyor. Eh, Türkiye’de Marksizm ve Marksist eleştiri böyle insanlara kaldığı için sosyalizmin hali ortada zaten.

AHMET OKTAY
”Oğuz Atay aslında soldaydı”

Son kitabı ”Romanımıza Ne Oldu?”da Ahmet Oktay, yeni dünya düzeninin edebiyatımıza yansıdığını söylüyor ve ”80’den sonra Oğuz Atay gibi bir romancı gelmedi,” diyor.

 Oğuz Atay’ın sadece adını anıyorsunuz, onun gibi yazan yok şimdi diye. Ama Atay üzerine hiç yazmadınız. Ayrıca, İletişim Yayınları basana dek, 1984’e kadar hiç anılmadı? 

Solun meselelerine uzak görüldü çünkü. O tarihlerde herkes bir adım atarsak iktidar elimizde gibi algılıyordu. Siyasetten başka hiçbir şey, solun bir kesimini ilgilendirmiyordu. Oğuz Atay’ın çıkışı, Türkiye’nin iyiden iyiye siyasallaştığı ve siyasetin de silahlı eylem biçimini aldığı bir dönemdi ve tarihin böylesi dönemlerinde siyasetin öteki alanları etkilememesi olanaksızdır. Rafine, nitelikli bir yazarın kara alayının altını göremedi.

 Edebiyat dünyası niye göremedi? Politize olduğu için mi yoksa birikimi kadük olduğu için mi? 

O tarihteki bilgi donanımım bu tarihteki bilgi donanımım değil. Bunu görmek lazım. Ancak bugünün bilgileriyle ‘70’leri değerlendirmek de yanlış olur. Şimdi, hataları görmek kolay. Aradan 30, 40 yıl geçmiş. Birtakım görüşlerin yanlış olduğunu olaylar kendileri kanıtlıyor zaten. Türkiye’nin o koşullarında bir yanda olmak zorundaydık. Ben, hâlâ bugün de bir yanda olmamız gerektiğini düşünüyorum. Zaten bir yandayım da. O yandan konuşuyorum. O tarihte Oğuz Atay’a niye yazı yazmamışım? Böyle bir mecburiyetim olduğunu bilmiyorum. Bugün de mecbur değilim. Orhan Pamuk için de çok uzun boylu bir laf söylemedim ben. ”Yeni Hayat” için sadece Gösteri’de yazdım. Ben de bir yazarım. Benim de bir bakış açım var, ufkum var, tasarılarım var. Bu sorunlar bağlamında yer alan romanların üzerine yazıyorum. Ancak o ufukta bir yer kapladığına inandığımda.

 Oğuz Atay, ”Günlük”ünde diyor ki, edebiyatçımız kendisiyle hesaplaşmaz. Öte yandan, bugün Nâzım Hikmet Kültür Evi Oğuz Atay seminerleri düzenliyor; başka bir solcu gazetede ”Yabancılaşmayı en iyi veren yazardı,” deniyor. Erdal Öz de günlüğünde Oğuz Atay’ın yazdıkları çeviri metin gibiydi diye yazdı. Bunlar hesaplaşma mı? 

Oğuz Atay’ın metni o tarihleri düşündüğümüz zaman ters metindi. O metinleri yazmak aykırıydı. Çünkü o dışarıdan bir söylemdi. Bizim okurumuz, yazarımız hâlâ seviyeli, incelikli yazarları sevmez. Alışık değiliz. Dostoyevski satar ama okuyanların kaçı anlamıştır, belli değil. Eco’nun kitapları satar ama kaç kişi okumuştur bilinmez. İddiam bu, yazdım da bunu. ”Gülün Adı”nı mesela, 100 kişi okumamıştır sonuna kadar diye. Neden okunmadı?

 Bir sürü göndermesi var, ondan mı?

Evet, gayet basit. Latince bilgisi var, tarih var, teoloji var. Bizde hazırlıklı okur yok. ”Ulysses”? Okunmadı. Sattı ama okunmadı. Çünkü ”Ulysses” metnini anlayacak okur henüz hazır değil. Yazarların bir kısmı da buna dahil. Oğuz Atay yanlış anlaşıldı, alerjik bakıldı. ”Bu bizim sorunumuz değil, şimdi devrim yapacağız, ‘Tutunamayanlar’daki Süleyman Kargı’nın metniyle niye uğraşalım?” diye düşünüldü. King Solomon Speare ile Süleyman Kargı arasındaki bağlantıyı kuramadı. Ki, Oğuz Atay aslında soldaydı.

 Sefa Kaplan, sizin için iktidarını kaybetti, Orhan Pamuk veya Ahmet Altan nasıl yazayım diye fetva alsalar problem ortadan kalkar diyor. Nitekim Enis Batur’u, ”Elma”yı övüyorsunuz. 

Doğrusu bu benim için geçerli değil. İktidar olsam ne olur, olmasam ne olur? Benim iktidar sahibi olmamı Sefa Kaplan’ın çok iyiniyetli bakış açısı olarak göreyim. Ben ancak yazımı yazarım. Bunu basacak dergi de varsa, basar. Benim fonksiyonum bundan ibaret. Halbuki ben yazımı yazarken, falan grupla işbirliği yapacağım diye, yazımın içeriğini değiştirmem. Bir de ben bu zamana uymak zorunda değilim. 40 – 50 yıldır, belirli bir ideolojik çerçevem var. O çerçevenin içinde gördüm kendimi. Edindiğim ilkeler var, doğru yanlış. Onları savunurum. Doğru bildiğim için savunurum. Enis Batur’u, ”Elma”yı överken hiç eleştirel bir şey getirmiyor muyum? İyi okursa bunu görür insanlar. Ama bunu söylemenin incelikleri vardır.

HİLMİ YAVUZ
”Kısmen olumlu, kısmen olumsuz…”

Akıntıya karşı kürek çekmek. ‘70’lli yıllarda belki de eksik olan ya da çok cılız çıkan tavır buydu. Hilmi Yavuz, bunu doğruluyor.

 Virgina Woolf’un ”Kendine Ait Oda” adlı kitabındaki önermeye benzer bir önermede bulunsanız ve ‘70’li yıllara Oğuz Atay damgasını vursaydı neler değişir diye varsaysanız sizce neler değişirdi? 

Bunu bilemeyiz. Bu konuda spekülasyonda bulunmak istemem. Çünkü böyle bir edebiyat okuması yapılamaz. Hipotetik bir tarih anlayışıdır. Ki, böyle bir okuma bizi gerçekliğe götürmez.

 Gerçekliğe değil ama bir olasılığa götürmez mi? 

Meseleye böyle bakmamalı. Ama şu var: Oğuz Atay meselesi olan bir romancıydı. Ben öteden beri romancıları meselesi olan ve olmayanlar diye ikiye ayırmışımdır. Böyle bakıldığı zaman Doğu – Batı problematiği, sorunsalı Ahmet Hamdi Tanpınar’da da vardır. Bu mesele Ahmet Hamdi’de trajiktir çünkü Doğu’yla Batı arasında tercih yapamaz. İki arada bir derede sıkışıp kalmıştır; almaşıklardan, seçeneklerden bir tanesini seçerse, ötekini seçmediği için suçlu olacaktır. Her iki durumda da mutsuzluk söz konusudur. Oğuz Atay’da ise Doğu – Batı sorunsalı daha farklıdır, artık bir trajedi meselesi değildir. Oğuz’un kahramanları bunu trajedi olarak yaşamazlar, ironi olarak, Nietzschevari bir ironiyle, hem evet hem hayır diyerek yaşarlar. Maalesef Oğuz’dan sonra Doğu – Batı sorunsalını problematize eden, bunu trajedi ya da ironi dışında, başka çözümlemelere götürmeye çalışan romancılarımız olmadı.

 Peki sol, zamanında niçin böyle bir yazarı değerlendirmedi?

‘70’lerin koşullarında tabii ki Türkiye’nin Marksistleri açısından çok radikal bir tutum söz konusuydu. O radikal tutum ister istemez, yazarları küçük burjuva yazarlar ve devrimci, işçi sınıfından yazarlar diye kesin çizgilerle ayırıyordu. Bu bağlamda Oğuz Atay küçük burjuva yazarı olarak değerlendirilmiş olabilir.

 Sadece ideoloji yüzünden mi? Cahilliğin hiç mi etkisi yok? 

Şimdi doğrusunu söylemek gerekirse solcu bütün okur yazarları cehaletle, bilgisizlikle suçlamak bana çok doğru görünmüyor. Çok donanımlı, meseleleri çok derinlemesine, kuşatıcı bir şekilde kavrayan Marksist entelektüeller vardı.

 O zamanlar Marksist’tiniz, nasıl değerlendiriyordunuz Oğuz Atay’ı? 

Oğuz Atay’ı, ”Tutunamayanlar”ı okumuştum. Yakın olmamakla birlikte dostumdu. Özellikle ‘74 ve ‘75 yıllarında, çok sıklıkla birlikte olduğumuzu hatırlıyorum. Ama ”Tutunamayanlar” üzerine yazmadım. Oğuz Atay’ın bir tek kitabı üzerine yazdım, o da ”Bir Bilim Adamının Romanı”. Ve o yazıda, bu romanı bahane ederek ”Tutunamayanlar” ve Oğuz Atay’ın yazarlık konseptine ilişkin bazı değerlendirmelerim vardı. Kısmen olumlu, kısmen olumsuz. n

SELİM İLERİ
 ”Amerikan gömleği giydirme telaşı var”

”Kültürel gömlek değişikliği var Türkiye’de. Türkiye’de çok ciddi bir şekilde bir Amerikan gömleği giyme telaşı var. Bu edebiyata da yansıyor. Bunlar kargaşaya yol açıyor. Ama gelecek bir zaman içinde kargaşanın dineceğine, durulacağına ve kalıcı değerlere tekrar dönüleceğine, bu kargaşadan da kalıcı değerlerin çıkacağına inanmak istiyorum. Oğuz Atay’ın, Ahmet Hamdi’nin ya da Nahid Sırrı Örik’in değerlendirilmemesi her dönemde, dünyanın her edebiyatında olagelmiş, trajik birtakım geciktirmelerdir. Ama er veya geç, sonunda ölü toprağı serptiğiniz yazarlar tekrardan gün ışığına kavuşurlar. Çok umutsuz olmamak gerekiyor. Bununla birlikte Ahmet Oktay’ın kitabında irdelediği emperyal kanon ile benim Amerikanlaşma dediğim eleştiri aşağı yukarı aynı.”

KAAN ARSLANO¼LU
 ”Maskaralık bitmedi, sürüyor!”

”Oğuz Atay’ın bahsettiği ortam 1976’dan bu yana değişti mi? Hayır, hiçbir şey değişmemiş gibi görünüyor. Çünkü binlerce yıldır insan aynı, toplum düzenleri aşağı yukarı aynı. İnsanın felsefeye, edebiyata uzaklığı ya da yakınlığı da aynı. İnsanın temel eksikliğini zeka ve kişilik yetersizliği olarak görüyorum. Bu evrensel ve tarihsel bir gerçek. Bize dönersek, geçmişte ‘kaba solun faydacı bakışı’ egemendi, şimdi ‘kapitalist, piyasacı faydacı bakış’ egemen; yine birçok yazar ihmal ediliyor. Şu anda edebiyat ortamını tarif ötesi kısır, yoz, düzeysiz buluyorum. Her iki piyasacı eğilimde de güçlü edebiyat için olmazsa olmaz temel koşul sayılması gereken ‘karakterleri tüm yönleriyle ele almak’ ve ‘eleştirel bakış’ pek az önemlidir. 1980 sonrası oluşan toplumsal yapının yansımasıdır bugünkü edebiyat. Bir avuç radikal solcunun dışında neredeyse tüm ‘solcu!’ edebiyatçıların da içinde olduğu bir piyasadır bu. Kısırlık, yozlaşma ve düzeysizlik derken tabii ki temel ölçütüm onca kitap arasında çok nadir dişe dokunur eser çıkması. Anlayacağınız maskaralıklar bitmedi, sürüyor.”

AHMET ÜMİT
 ”Geçmişi cahil diye tanımlayamazsınız!”

”Oğuz Atay yapıtlarıyla edebiyatımıza yenilik katmış, büyük yazarlarımızdan biridir. Belirttiği dönemde görmezlikten gelindiği bir gerçektir. Bazı yazarların geç keşfinin ülkemize özgü bir durum olduğunu sanmıyorum. Kafka da ölümünden sonra önemi anlaşılan yazarlardandır. Ama yine de Oğuz Atay’ın ”Günlük”ündeki değerlendirmeye katılamayacağım. O dönemin egemen edebiyat anlayışı temelinde üretilmiş birçok başyapıt vardır. 1976 yılıyla anılan dönemin eleştirilecek birçok yanını bulabiliriz. Edebi metinleri değerlendirmede politik ölçütün belirleyici olması gibi. Ama eleştirilecek bu noktalardan yola çıkarak, bütün dönemi kültürsüz, cahil gibi tanımlamak haksızlık olur. Oğuz Atay’ın ruh halini anlamakla birlikte o dönemi böyle değerlendirmenin doğru bir tutum olmayacağını düşünüyorum. Günümüze gelince, bugün o dönemin tersi bir anlayışın belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Edebiyatı yalnızca dil, söz, kurgu oyunları olarak benimseyen yazarlarımızın öne çıktığı da bir gerçektir. Ama bu anlayış ne kadar doğru, o ayrı bir konu. Ben bu anlayışı benimsemeyen yazarlardanım. Yazarın hâlâ toplumsal sorumluluk taşıdığına inanıyorum. Ancak tersini düşünen arkadaşlarımı da Beyaz Saray’ı kuşatmış yeni muhafazakârların ajanı olarak değerlendirmiyorum.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Yorum Yaz


En fazla 500 karakter. 500 karakter kaldı.

Haberler